
ANKARA - BHA
Prof. Dr. Zakir Avşar, "Depremlere dayanıklı Türkiye ve AK Parti" başlıklı yazısında özetle şunlara yer verdi:
"6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli olarak meydana gelen ve 11 ili doğrudan etkileyen depremler, sadece Türkiye'nin değil, küresel afet literatürünün de en yıkıcı örneklerinden biri olarak kayda geçmiştir.
Bu tür yüksek yıkıcılığa sahip doğa olayları, jeolojik boyutuyla olduğu gibi; yönetsel, sosyopolitik ve psikolojik boyutlarıyla da değerlendirilmelidir. Türkiye, bu kapsamda yalnızca kriz anında değil, kriz sonrası yeniden inşa sürecinde sergilediği kurumsal refleksle dikkat çekmiş ve birçok gelişmiş ülkenin bile zorlanacağı bir yeniden yapılanma modelini başarıyla ortaya koymuştur.
Bu süreç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sadece afet yönetimi kapasitesini, kurumsal dayanıklılığını, merkezi yönetimle yerel birimler arasındaki senkronizasyon yeteneğini ve sosyal devlet ilkesi etrafında şekillenen politika üretme kabiliyetini test etmiştir. Ülkemiz ve hükümetimiz bu testlerden başarıyla geçmiştir. Burada özellikle AK Parti hükümetinin liderlik ettiği yeniden inşa politikaları, salt teknik bir “imar faaliyeti” olarak değil, bütüncül bir kalkınma stratejisinin afet-sonrası versiyonu olarak ele alınmalıdır.
Depremin hemen ardından bölgeye giden ve tüm kabinesi ile birlikte doğrudan vatandaşla buluşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ilk günden itibaren hem ideal bir kriz yönetimi hem de sahici bir umut inşası gerçekleştirmiş: “Bir yıl içinde konutlarımızı teslim edeceğiz” demiştir.
Bu söz malum beceriksiz, işbilmez, deprem turisti çevrelerce tartışmaya açılmış; hızlıca çadırkentlerin, peşinden konteyner kentlerin oluşturulması, zemin etüdleri, kamulaştırmalar ve şimdi de 250 bin konutun teslim edilmiş olması, konunun siyasi bir vaat değil, devlet aklının, yönetsel kapasitesi, kabiliyeti yüksek bir siyasi iradenin ve millete sadakatle hizmetin beyanı olduğunu ortaya koymuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu süreçte bölgeye yaptığı ziyaretler, işlerin istenildiği gidip gitmediğinin kontrolü amacı taşımasının yanısıra; aynı zamanda bölge halkına “devletiniz sizin yanınızda” mesajının en güçlü haliyle verilmesini sağlamıştır.
Deprem sonrası yeniden inşa sürecinin en özverili, çalışkan ismi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum birinci bakanlık döneminde de, ikinci bakanlık döneminde de bölge illerinden çıkmamış, evinin yolunu unutmuş, adeta bir depremzede gibi yaşamıştır.
Bugün ulaşılan başarının arkasında, kamu kurumlarının eşgüdümlü çalışması yer almaktadır. Yapılan konutlar sadece fiziksel yapılar olarak değil, zemin etüdü, mühendislik standartları, iklim uyumu ve afet riski parametreleri açısından 21. yüzyılın en gelişmiş kentleşme normlarına uygun biçimde inşa edilmiştir. Bu bağlamda, “barınma hakkı” anlayışı, AK Parti döneminde “güvenli yaşam hakkı” paradigmasına evrilmiştir.
Yer seçimlerinde fay hatları, sıvılaşma riski, sel havzaları gibi afet parametreleri dikkate alınmış; kamu-özel sektör iş birliğiyle sürdürülebilir ve uzun ömürlü yaşam alanları üretilmiştir. Sosyal donatı alanları, okul, cami, sağlık merkezi, park ve ticaret merkezleriyle desteklenen bu yeni yerleşimler, bir yeniden dirilişin fiziki mekânları olmuştur.
Türkiye’nin afet sonrası yeniden yapılanma modeline ilişkin performansı, Birleşmiş Milletler, İİT ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerde örnek vaka olarak ele alınmıştır. Bu başarının temelinde, “merkezi koordinasyon-yatay işbirliği” modeline dayalı, güçlü liderlik ve kurumsal yetkinliklerin birleştiği bir yönetişim yapısı yer almaktadır.
Türkiye, 6 Şubat sonrası süreçte sadece kendi şehirlerini yeniden inşa etmekle kalmamış; aynı zamanda kriz sonrası sosyal toparlanma, ekonomik canlanma ve psikolojik rehabilitasyon politikalarını da paralel şekilde uygulamıştır. Bu, afet yönetiminde ileri düzeyde bir "çok katmanlı müdahale" anlayışının somut göstergesidir.
Ne var ki bu süreçte, Türkiye’nin ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) açısından ciddi bir yönetimsel zafiyet gözlemlenmiştir. Felaketin hemen ardından kamu yönetim literatüründe “kriz anı performansı” olarak adlandırılan ilk 72 saatlik süreçte, CHP’li belediyelerin ve parti yönetiminin göstermesi beklenen koordineli ve destekleyici refleksler yeterince ortaya konamamıştır.
CHP’nin belediyecilik pratiği, sahadaki kriz yönetimiyle değil, kamera önü söylemlerle sınırlı kalmış; depremzedelere yönelik yardımlar sembolik düzeyde tutulmuş, seçim sonuçlarıyla birlikte de depremzedelere ilgi tamamıyla olumsuz bir yöne evrilmiştir.
Dahası, bu süreçte parti içi mücadelelerin ve hizip savaşlarının öne çıktığı, afet bölgelerine yönelik duyarlılığın kongre yarışının gölgesinde kaldığı görülmüştür. CHP'nin 2023 sonrasında girdiği kurultay sürecinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki olan Kiptaş’tan delegelere 100 konutun rüşvet olarak dağıtıldığı iddiaları, her yönüyle vahim bir duruma işaret etmektedir. CHP’nin “sosyal konut” politikasını bir kamu hizmetinden çıkararak parti içi manipülasyonun aracı haline getirebilecek kadar ilkelerden uzaklaştığı anlamı taşır ki, doğru çıkmamasını, iddialardan ibaret kalmasını dilerim…
Afetler, yalnızca doğayı ve insanı zorlamakla kalmıyor değil, siyasetin de turnusol kâğıdı haline dönüşüyor. 6 Şubat sonrası süreç, Türkiye’de sadece bir yeniden inşa projesiyle değil, aynı zamanda muhalefet ile iktidar arasındaki yönetim anlayışı farklılığıyla da hafızalara kazınmıştır. AK Parti’nin temsil ettiği merkeziyetçi, çözüm odaklı ve sahaya dönük kamu yönetimi anlayışı, CHP’nin popülist, sembolik ve örgütsel hesaplara endeksli tarzıyla net bir tezat oluşturmuştur.
Kuşkusuz ki afet sonrası süreç, sadece geçmişe dair değil; geleceğe yönelik stratejik derslerin de çıkarılmasını zorunlu kılmaktadır. AK Parti bu süreçte yalnızca konut yapmamış; aynı zamanda 2053 ve 2071 vizyonları doğrultusunda kentsel dirençlilik, afet öncesi hazırlık, yapay zekâ destekli erken uyarı sistemleri gibi birçok kavramı şehir planlaması paradigmasının merkezine almıştır. Bu, Türkiye'nin afet sonrası yeniden yapılanma sürecini sadece bir “imar faaliyeti” değil, aynı zamanda bir “kalkınma ivmesi” haline getirdiğini göstermektedir.
Türkiye, 6 Şubat depremlerinin ardından hem acıları saran bir millet hem de yeniden inşa eden bir devlet refleksiyle hareket etmiştir. Bu süreç, aynı zamanda yönetim kabiliyetinin, vizyonun ve siyasi sorumluluğun test edildiği bir laboratuvara dönüşmüştür.
AK Parti’nin öncülüğünde yürütülen bu yeniden inşa süreci, güçlü liderlik, teknik kapasite ve sosyal sorumluluk arasında örnek bir dengeyi hayata geçirmiştir."
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
